Sultanı Öldürmek Kitap Yorumu ve Fatih'in Ölümü Üzerine




BU YAZI MUHİBBİLER.COM SİTESİNE AİT OLUP DÜŞÜNDÜREN ŞEYLER BLOG YAYINLAMA HAKKINA SAHİPTİR.

Ahmet Ümit'in son kitabı olan "Sultanı Öldürmek" basıldığı hafta elimde olmasına rağmen daha yenice okuyup bitirebildim.

Türkiye'de polisiyenin öncü isimleri arasında sayılan Ahmet Ümit'in bu eserinde polisiye biraz soluk renkte kalmış gibime geldi. Tarih, psikoloji gibi alanların renklerinden de kullandığı "Sultanı Öldürmek"te,  alttan alttan Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sının kokusunu duyuyorsunuz.

Aksiyon ve gerilim sevenlere pek tavsiye edemeyeceğim bu kitapta , yıllanmış, belki de kül olmuş bir aşkın izini ve onun acaba ben katil miyim dedirten sorusuyla karşılaşacaksınız, ki bence kitabın en güzel özeti kapağını açtığınızda karşınıza çıkan ilk satırlarda gizli:
Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi, bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?

Bazen yazarların en büyük rakibi kendi eserleri olabilmektedir. Sultanı Öldürmek'te da böyle bir durum olduğuna inanıyorum. İstanbul Hatırası gibi sarsıcı, sürükleyici bir eserden sonra bu eserin gelmiş olması, bence kitabın en büyük talihsizliği. Zira İstanbul Hatırası'nın çıtayı çok yükseklere taşıdığına inanıyorum.

Tabi belirttiğim bu düşünceler şahsıma ait olup sadece bir okur olarak değerlendirmiş bulunmaktayım. Yoksa ne kitap eleştirmeni sayılabilecek düzeyde bilgim var, ne de Ahmet Ümit'i değerlendirebilecek tecrübem var. Kısacası, tercih sizindir !

Yazımızın bundan sonraki satırlarında kitaptan bazı alıntılara yer verecek olmamızdan dolayı, okumamış olanları uyarmak ihtiyacı duyuyorum. Hikayenin gizemi asla bozmayacak alıntılar olsa da, hiçbir şekilde kitaptan bir şey görmek istemeyenler buradan ötesini okumasınlar efenim =)



 
"Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?

...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."
Kitabın arka kapağı bu cümlelerle selamlıyor okuyucusunu. Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine araştırma yapan başarılı profesörün (Nüzhet) gizemli ölümü kitabımızın ana konusunu oluşturuyor. Ama şuan bu satırı okuyan sizlerle Nüzhet ölümünü değil, Fatih'in ölümü üzerine birkaç not paylaşmak isterim.

Çünkü esas önemli sorular şunlar;

II. Murad oğlu II. Mehmet'in kurbanı mı oldu?


Osmanlı'da şehzadelerin tecrübe kazanmak üzere gönderildikleri sancakların, başkente uzaklığıyla, Sultan'ın hangi oğlunun kendinden sonra gelmesini istediği arasında bir bağıntı vardır. Sancak başkente ne kadar yakınsa Sultan'ın o oğlunun kendine yakın tutup kendisinden sonra tahta geçmesini istediği düşünülür. Ki bahsi geçen dönemde başkent Edirne'dir.

II. Murad'ın da oğlu Alaeddin'i Manisa sancağına yollarken diğer oğlu Mehmet'i (bizlerin bileceği ismiyle II. Mehmet yada geleceğin Fatih Sultan Mehmet'i) Amasya sancağına gönderdiği belirtilmektedir. Ancak ilerleyen vakitte Alaeddin şüpheli bir şekilde ölür. Bu durum Sultan II.Murad'ı derinden sarsar. Ve şüpheli olarak görülen isimde, tahta geçtiğinde "kardeş katli" yasasını çıkaracak olan Mehmet'tir.

Birinci soru işareti bu olmakla beraber, yine bir ölüm üzerinden ikinci soru işareti de mevcuttur. O ölüm'de Sultan II.Murad'ın ölümüdür ve Sultanı Öldürmek isimli kitabın asıl ortaya attığı soru da buradadır. Fatih Sultan Mehmet sadece kardeş katliyle ilgili kalmayıp aynı zamanda baba katili olabileceği tezi üzerinde de durulmuştur. Bu konuda herhangi bir bilgi belge mevcut değildir.

Ve son olarak üçüncü soru işareti de Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerindedir. Venedikliler veya bizzat oğlu II. Bayezid tarafından zehirletilebilmiş olacağı şüphesi senelerdir tarihçilerin zihinlerinde bulunmaktaymış.

Fatih Sultan Mehmet'in Mezarı Açıldı mı?


Sultanı Öldürmek'le karşılaştığım bu sorular 1950'li yıllarda dergi sayfalarında da tartışılmış. Ntv Tarih dergisinde konuyla ilgili öyle bir bilgi var:

II. Mehmet'in zehirlenerek ölüp ölmediği tartışması yıllar boyunca sürdü. Tarihçi Reşad Ekrem Koçu, II.Abdülhamid döneminde mezarın gizlice açıldığını iddia etti. Yazara göre bunu kendisine Yahya Kemal söylemişti. Yaya Kemal hikayeyi Damat Şerif Paşa'dan, Damat Şerif Paşa'da dönemin itfaiye kumandanından dinlemişti.

Güya II.Abdülhamid döneminde Fatih'ten geçen su yolları patlamış, evlerin bodrumlarını su basmıştı. Bir Fatihli de rüyasında Fatih'i görmüştü. Sultan "Boğuluyorum... Beni kurtarın!" diye yalvarmıştı. Rüya dilden dile dolaşırken, hafiyeler aracılığıyla II.Abdülhamid'in kulağına gelmiş, o da mezarın gizlice açılmasını istemişti. Mezar açıldığında Fatih'in naşının mumyalanmış olarak neredeyse olduğu gibi durduğu tespit edilmişti. Resimli Tarih Mecmuası, bu iddiayı, Mart 1950 sayısında yayımladı. Ancak o sırada Paris'te yaşayan Damat Şerif Paşa dergiye bir mektup yollayarak böyle bir olaydan haberi olmadığını, Yahya Kemal'e de böyle bir hikaye anlatmadığını belirtti. 1964'te bu kez ressam Elif Naci, padişahın zehirlenip zehirlenmediğini tespiti için harekete geçti ve mezarın açılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık dilekçeyi Yüksek Anıtlar Kurulu'na sevketti. Kurul'da buna izin vermedi. O dönemde Elif Naci'nin isteği büyük yaygara koparmış ve basında uzun uzun tartışılmıştı. (Ntv Tarih - Haziran 2012)

Ayrıca bazı tarihi kaynaklarda Fatih'in zehirlenmesi ihtimalini reddedip bağırsak rahatsızlığı sebebiyle öldüğünden bahsediliyor.

Bu konu üzerine Ahmet Ümit'le Milliyet gazetesinin yapmış olduğu röpotajdan da bir kesit verelim:

O halde neden baştan sona Fatih'in romanı değil bu?

Aslında öyle başladım. Roman, Fatih'in ölümüyle başlıyordu. Öyle devam etseydim, Fatih'in ölümü üzerine bir tez öne sürmek zorunda kalacaktım. "Zehirlenmiştir" ya da "Zehirlenmemiştir" diyecektim. Ama bunların hiçbirini bilmiyorum.

Yine de sorayım. Hangi teze daha yakınsınız? Öldü mü öldürüldü mü?

Fatih'in gut hastalığı var. Çok acılar veren bir hastalık ama ölüme neden olmuyor. Daha önce birkaç kez, sefere çıkacakken tutuyor hastalığı ve vezirleri yolluyor, kendi gitmiyor. Son seferine çıktıktan bir hafta sonra gut hastalığından değil, bağırsak tıkanmasından ölüyor. Seferin kime karşı olduğu bilinmiyor. Üç seçenek var. Ya Venedikliler, ya Memlükler, ya da oğlu II. Bayezid... Çünkü Fatih babası gibi oğulları arasında taraf tutuyor, Cem Sultan'dan yana... Öldürülüp öldürülmediğini ben bilemem. Ama mezarını açıp saçından ya da tırnağından toksikoloji incelemesiyle Fatih'in zehirlenip zehirlenmediğini anlamak mümkün...

1964'te gündeme gelmiş bu, değil mi?

Evet, ressam Elif Naci'nin önerisinin ardından Abdi İpekçi bunu dile getirmiş. Çok da iyi karşılanmış, müftü bile "Mezar açılabilir" demiş. Çünkü hakikat hakikattir. Fatih'in zehirlenmiş olması bizim ulusal gururumuza ne gibi bir leke sürebilir? Bu yeni bir şey değil ki. II. Bayezid'i kim öldürdü? Oğlu Yavuz Sultan Selim. Bazıları buna takdir-i ilahi de derler.

Röportajın tamamı için buraya tıklayın.



...“İçeri gelseydin” dedim sevimli olmaya çalışarak “çay yapardım sana...”

Gözlerinden alıngan bir ışık geçti; sokaktaki karın ölgün şavkıması gibi yüreğime işleyen soğuk bir ışık...

“Sana ne demiştim Müştak. İçinden gelmeyen şeyleri yapma... Dakikalardır kapının önünde dikiliyorum, içeri gel demedin. Nezaket olsun diye kimseyi evine çağırma. Çağırdığın kişiye de kendine de bu kötülüğü yapma.”... (Sultanı Öldürmek – Sayfa 70)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYŞE KULİN- HAYAT DÜRBÜNÜMDE 40 SENE (1941-1964) KİTAP YORUMUM

Ayşe Kulin - Bir Gün Kitabı Yorumu

Elif Şafak - Aşk Kitap Yorumum

Sakıncalı Piyade Kitabı Tanıtımı ve Uğur Mumcu